HAFIZANIN MASALI PEŞİNDE İKİ ÖRNEK: MASALLARIN MASALI
[…]
Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze…
7 Mart 1958 tarihli Masalların Masalı, Nâzım Hikmet’in en dingin ve düşündürücü şiirlerinden bir tanesi. Hikmet, şair ve çınar imgesiyle açtığı şiirini, dizeler ilerledikçe onlara eklemlenen ve ardından tek tek kaybolan başka imgelerle (kedi, güneş) sürdürürken sonunda yine en başa, hatta bunun da öncesine, yazma eyleminin kendisine dönüyor gibi şiiri noktalarken. Ömür, nesnelerle bütünleşirken yine kendi parçasının, yani başka bir nesnenin (suyun şavkı) temasıyla var oluyor Masalların Masalı‘nda. Tekrarlanan ve bir kaybolup bir ortaya çıkan bu imgeler, hafızanın koridorlarında unutulmuş hatırları bir araya getirip yazınsal bir kompozisyonda bütüncüllüğe ulaştırma çabasının imleyicileri haline geliyor. Kelimelerle gözlerimizin önünde son derece canlı ve hareket halinde bir sahne yaratan Nâzım Hikmet, hafızanın işleyişini ve hayatla olan güçlü bağını büyük bir naiflikle ortaya koyuyor.
Ve tüm bu deneyim, yansımasını 1979 yılında gösterime giren incelikle bir animasyon filminde buluyor. Sovyet Rusya’sında doğmuş, çocukluğu İkinci Dünya Savaşı’na dair anılarla dolu yönetmen Yuri Norstein’ın kendi çocukluk hatıralarından yola çıkarak filme aldığı Skazka Skazok (Masalların Masalı), Rusya tarihindeki belli bir dönemin izini sürerken hayatın doğrusal olmayan, karmaşık, zıtlıklara dayanan (eğlence-savaş, ışık-karanlık) dinamiğini de ortaya koyuyor. İsmini Nâzım Hikmet’in aynı adlı şiirinden alan ve hem 1984 hem de 2002 yıllarında Tüm Zamanların En İyi Animasyonu ödülünü alan Masalların Masalı, Norstein’ın hafızasına dağılmış hatıraların görsel bir dökümü.
Hafızanın işleyişine atıfla belli bir kronolojiyi takip etmekten uzak olan film, Norstein’ın çocukluk yıllarına dair en belirgin imgelerden biriyle, bebeğini emziren anne figürü, ve hikâyenin tamamına da izleri yayılan ünlü bir Rus ninnisiyle açılıyor. Sonrasındaysa yönetmenin zihninde yer etmiş çeşitli nesneler (savaş sonrası yaşadığı komün apartmanı, ünlü bir tango şarkısı, elma, düşük seviyede ışık veren ampuller…) ardışık olmayan bir sırayla, kimi kez yinelenerek karşımıza çıkıyor. Uçan kuşların, dökülen yaprakların, trenin hatta dikiş makinesi tekerinin çıkardığı seslerle görsel olduğu kadar işitsel bir sahneler dizisi de ortaya çıkaran Norstein, çınar başında miskin bir kediyle oturmuş şairiyle de Nâzım Hikmet’e selam göndermeyi ihmal etmiyor. Filmin çekimleri için hazırlanan teklif belgelerinde filmin bel kemiğinin bir şair hakkında olabileceği fakat bu şairin ille de görünür olması gerekmediğinin altının çizildiğini de belirtmeli.
Hayat ve hafızanın sanatın farklı iki alanında nasıl somutlaştırılacağı üzerine olan bu iki örnek de dikkatli incelemelerin parçası olmayı bekliyor gibi…
Not: Filmin yapımına ilişkin verilen bilgiler için Clare Kitson’ın Yuri Norstein and Tale of Tales: An Animator’s Journey kitabından yararlanılmıştır.