KÜÇÜK İSKENDER’İN KALEMİNDEN: NÂZIM’IN HİKMETİ
Kimi şairler hayatın peşinde koşar: Onlar aslında kaybettikleri insanlıklarını, hiç tanışmadıkları incelikleri ve fikirleri bulma telaşındadırlar. Sunidirler. Kimi şairler ise hayatı peşlerinden koştururlar: Onlar aslında özlenen bir varoluşun temsilcisi, belki de yeryüzündeki ender örneklerindendirler. Onlar yalnızca şair değildir çünkü; insana, doğaya yönelik yanlış olan her şeyin karşısında durmayı moral ve vicdan kaynağı yapmış, direnmenin – dik durmanın – asla pes edip yenilmemenin yöntemlerini geliştirmişlerdir. Sahiplendikleri ideolojileri en uç noktaya taşırlarken savaşçı, mücadeleci karakterlerine aşka dair tüm güzellikleri de katmayı ihmal etmemiş, böylece toplumsal sorumluluklarının yanına yeryüzüne ait, kendilerine ait duyguları da yerleştirmişlerdir. Bir şairden ne bekleriz: İnsanlığın barışı için saflarda olmasını, çatışmalardan arta kalan zamanlarda aşka yönelmesini ve tüm bunlar için gözünü kırpmadan bedel ödemesini. İşte bu toprakların en büyük şairi Nâzım’ın bana göre temel özelliklerinden üçü budur: İdeolojisi, aşkları ve ödediği bedeller. İdeolojisi için ömrünü harcayan, aşkları için içlenen ve ödediği bedellerden yüksünmeyen umut, özlem ve kararlılık şairi.
Ben bir yolculuk yaptım,
ayışığında, günışığında,
yağmurun ışığında,
dört mevsimle ve bütün zamanlarla birlikte,
böceklerle, otlarla, yıldızlarla birlikte
ve en namuslu insanlarıyla yeryüzünün,
yani bir keman gibi şefkatli,
henüz konuşamayan bir çocuk gibi merhametsiz,
henüz konuşamayan bir çocuk gibi cesur,
yani bir kuş kolaylığıyla ölmeye de
bin yıl yaşamaya da hazır…
Nâzım, siyasi duruşuyla onlarca yıldır halkların kimliğine nasıl kuvvetli bir katkıda bulunduysa, şiirleri kitaplarıyla, şarkılarla dillere dolandıysa bir açıdan da her yeni nesilde yetişen şairlere öğretmen olmuştur; çoğumuz iyi şiirin ne olduğunu onu okudukça öğrendik. Yazdığının arkasında durmayı, sözünü sakınmamayı, korkmamayı, faşizmden de / sevgiliden de çekinmemeyi onun dizelerinde bulduk. Kaynaklarda yazanın haricinde bildiğim Simurg hikâyesinde, zorluk içindeki kuş halka yardım etmesi amacıyla Simurg’u bulmak için zahmetli bir yola çıkar; kar, boran, zemheri derken öndeki kuş arkadaşlarına dönüp “durmayın, az kaldı” diye moral ve umut verse de kuşlar teker teker, sonra da topluca ölüp düşmeye başlarlar. Dağların arkasındaki Simurg hayali için kanat çırpma sürdürülür. Uzun bir zaman sonra doruklardaki ışığı gören öncü kuş sevinçle “bulduk onu” bağırarak geriye baktığında arkasında kimsenin kalmadığını fark eder. Asıl fark ettiği ise kendisinin Simurg olduğunu anlamasıdır. Kavga için, aşk için, insanlık için, Nâzım gibi çırpınan her kalp, çırpılan her kanat Simurg’tur. İlk şiirlerimi yayımlayan Memet Fuat, Nâzım’ın manevi oğludur; bu ve benzeri şeyleri onun devrimci kimliğinden öğrenmiş bir öğrenciyim hâlâ.
Belki de Nâzım’ın kibarca gölgesinde yatmayı istediği çınar ağacı bugün Taksim Gezi Parkı’ndaki tüm ağaçlarla kardeşçe yaşarken tek ve hür olmanın bahtiyarlığını sürdürmektedir.