MODERNLİĞİN 250 YILI: TARİH, TOPLUM VE EDEBİYAT
EĞİTİM PROGRAMI
Bugün içinde yaşadığımız dünyayı, aşina olduğumuz değerleri, kurumları, pratikleri ve düşünme biçimleriyle toplumu şekillendiren modernlik fikrinin, modernitenin serüvenini 18. yüzyıldan başlayarak 1950’lere kadar takip edeceğimiz bu eğitim programında, modernliğin görkemli umutlarını, vaatlerini, büyük düş kırıklıklarını, kırılma noktalarını ve sürekliliklerini tartışacağız.
Goethe’nin ruhunu bilgiye ve gelişmeye istekle satan Faust’undan Kafka’nın karanlık ve endişeli dünyasına edebi dönüşümlerin, Sanayi Devrimi’nden sömürgeciliğe sosyo-ekonomik süreçlerin, işçi sınıfı hareketlerinden milliyetçiliğe toplumsal hareketlerin iç içe geçen hikâyelerinin izlerini sürecek; tarih, sosyoloji, sanat tarihi ve edebiyat gibi disiplinlerin farklı bakış açılarıyla Avrupa, Rusya ve Türkiye ekseninde modernliğin 250 yılını ele alacağız.
Kimler katılabilir: Tarih ve edebiyata ilgi duyan herkes.
Tarih & Saat: 26 Nisan – 14 Haziran 2023
18:30-21:30, Çarşamba günleri
Süre: 8 Hafta (Toplam 24 saat)
Mekân: Çevrimiçi Etkileşimli Sınıf
Ücret: Tam 5.150TL (KDV dahil) // Öğrenci & Öğretmen 4.500 TL (KDV dahil)
Ödemeler Axess, Bonus ve Shop & Miles Card’larına 3 taksit olarak uygulanmaktadır. Peşin ödemelerde %5 indirim yapılmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi mezunlarına %10 indirim yapılmaktadır.
Kayıt ve detaylı bilgi: Zübeyde Karaman
BÜYEM Eğitim Sorumlusu
zubeyde.karaman@boun.edu.tr
(0212) 257 31 27-28, (0212) 359 47 45
Günümüz dünyasında verili olarak kabul ettiğimiz, kişisel, ilişkisel, siyasi ve ekonomik alanların şekillendirilip yönlendirilmesinde temel bir ölçüt olarak sürekli dolaşımda tuttuğumuz ilerleme-gelişme kavramlarının nasıl ortaya çıktığına bakacağımız bu derste, ilerleme düşüncesinin 18. yüzyıldan itibaren belirgin olarak gözlemlenebilen zamansal ve mekânsal dönüşümlerle birlikte şekillenen tarihini ele alacağız.
Kendini gerçekleştirmek için çabalayan modern bireyin, ilerleme ve gelişme fikrinin edebiyattaki temsil edici figürü Goethe’nin Faust’udur. Dünyanın bilgisine sahip olmak için ruhunu şeytana satan bu modern kahramanın hikâyesi ile 18. yüzyılın hızla değişen modernlik kavrayışını ele alacağımız bu derste Faust’u takiben gelişmenin yarattığı büyülenme ve korkuyu temsilen Frankenstein’ı ve insanın kendi yaratıcılığına duyduğu hayranlığın temsili olan Pygmalion’u da tartışacağız.
18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni bir üretim biçimi olarak ortaya çıkan sanayileşmenin iktisadi, toplumsal, demografik ve kültürel alanlarda yarattığı büyük dönüşümün izlerini süreceğimiz bu derste, yeni üretim sürecinde ortaya çıkan işçi sınıfı ve hâkim sınıf haline gelen burjuvazi, yeni üretim teknolojileri ile biçimlenen çalışma koşulları, kent yaşamının getirdiği yeni gündelik yaşam pratikleri ve sanayi kapitalizminin küresel bir üretim biçimi haline gelmesine ilişkin süreçlere odaklanacağız.
Sanayileşme beraberinde yeni bir tür yoksulluk, yoğun nüfuslu şehir yaşamı, ağır çalışma koşulları ve sınıflar arasında çatışmalar getirdi. 19. yüzyıl romancıları toplumsal sorunlar hakkında bilgi verme, bu bilgiyi dağıtırken de toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak ahlaki ve siyasi bakış açılarını geliştirme sorumluluğu ile romanlarını yazmaya başladılar. 19. yüzyılda, romanlar ve modern toplumsallık anlayışı arasındaki bağlar nelerdi? Roman türünün modern bireylerin üretilmesindeki rolü nedir? Bu derste Charles Dickens, Elizabeth Gaskell, Charlotte Bronte, Thomas Hardy romanlarında endüstri devrimi ve yeni ortaya çıkan işçi sınıfı hareketlerinin temsillerini inceleyeceğiz.
Bu derste serbest ticaret üzerine kurulu uluslararası kapitalist işbölümünün yerine, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Batı-dışı coğrafyaların gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından işgal edilmesiyle ortaya çıkan “yeni sömürgecilik” dönemine odaklanacağız. Ekonomik çıkar kadar “uygarlaştırma misyonu” ile Asya ve Afrika’yı işgal eden sömürge imparatorluklarının rekabeti yanında ırk, millet, toplumsal cinsiyet kavramlarının yeniden tanımlandığı bu dönemi 1. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım ve felaketin başlangıç evresi olarak değerlendireceğiz.
Batı’nın kendinden farklı olanı bir yandan küçümserken bir yandan da ondan büyülenmesi, Batı edebiyatında sömürgeciliğin bir söylem olarak ortaya çıkması yeni bir durum olmamakla birlikte, özellikle 19.yüzyılın sonuna yaklaşırken sömürgelerle değişen ilişkilerin edebiyata yansımaları da dönüşmeye başlar. Bu derste önce kısaca sömürgeci edebiyatın Shakespeare oyunlarından Robinson Crusoe’ya daha erken örneklerinden bahsettikten sonra özellikle Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği romanı bağlamında eskiye kıyasla daha karmaşık bir hal alan sömüren-sömürülen ilişkisini ve edebi bir tür olarak romanın bunu ele alma yöntemlerini tartışacağız.
19. yüzyılda kapitalist tüketim sisteminin ve sömürgeciliğin oluşturduğu yeni küresel düzenin merkezleri olan Batı metropollerine odaklanacağımız bu derste amacımız insanların, ürünlerin ve bilginin artan bir hızla dolaşımda olduğu bu dönemde şehirlerin ve gündelik hayat pratiklerinin nasıl dönüştüğünü, ve bu dönüşümlerin mağduru olan ötekileri, tutunamayanları anlamak. Tren, telegraf, fotoğraf, gramofon, sinema gibi yeni teknolojilerin zaman ve benlik algılarını nasıl değiştirdiğini, elektriğin kullanımıyla “gecenin fethi”nin nasıl mümkün olduğunu ve büyük bulvarlarda, alışveriş merkezleri, pasajlar, kafeler ve barlar etrafında şekillenen yeni hayatı inceleyeceğiz. Georg Simmel, Friedrich Nietzsche, Walter Benjamin gibi düşünürlerin tanıklığı bize bu değişimlerin siyaset ve kültür alanlarındaki izdüşümlerini gösterecek.
19. yüzyılın düzeni ve gelişmeyi merkeze alan şehir kültüründe bu düzene karşı kendini konumlandıran modern yazar, edebî metinde kural dışılığı tabulaştırılmış dayatmalara boyun eğmeyen “kötücül” veya “aylak” kahramanlar üzerinden anlatmaya girişir. Kötülük problemi “Tanrı’nın hükmünün geçersiz kılındığı” 19. yüzyıl seküler modernliğinin hesaplaşılması gereken bir meselesi olarak kendini gösterirken, edebiyat da toplumsal olarak belirlenmiş iyiliği sorunsallaştırarak şehir kültürünün sinir uçlarıyla oynar. Tıpkı kötülük gibi “aylaklık” da modernliğin dayattığı çalışma ve başarı kültürünün altını oyarak toplumsal kuralları ihlal edicilikte kötülükle yarışır. Bu derste modern edebiyatın iki ana temasına, aylaklık ve kötülüğe, Oscar Wilde, Charles Baudelaire ve Edgar Allan Poe gibi yazar ve şairlerin eserlerindeki temsilleri üzerinden odaklanacağız.
Bu derste sömürge karşıtı hareketin kurucularından Frantz Fanon’dan Oryantalizm eleştirisinin öncüsü Edward Said’e uzanan düşünce birikimi ekseninde modern Batı’nın dünya tahakkümü sürecini tarihsel bağlamında, kültürel araçlarına odaklanarak irdeleyeceğiz. Sanat ve edebiyatla eşgüdümlü olarak akademik Oryantalizm (Şarkiyatçılık) geleneğinin düşkün, kusurlu ve noksan Doğu imgesini Batılıların gözünde nasıl oluşturduğunu, akademik ve kültürel temsilin siyasal alandaki meşrulaştırıcı rolünü inceleyeceğiz. Bu bağlamda Avrupa kökenli Doğu-Batı kutupsallığının Osmanlı dünyasında yarattığı etki ve yansımalar da mercek altına alınacak.
Batının Doğu imgesi esasen Doğu değil Batılı özne hakkında bir şeyler anlatır. Bu bağlamda 18. yüzyıl itibarı ile Avrupa edebiyatının temel metinlerinin pek çoğunun doğrudan ya da dolaylı olarak bu egzotik hayale göz kırpıyor olması da hem edebiyatın genel profiline, hem de edebiyatla birlikte oluşan Avrupalı bireyin/benin inşasına dair izlere işaret eder. Buradan hareketle bu derste farklı sanat dallarındaki Doğu temsillerini karşılaştırmalı ve metinler arası ilişkileri de göz önünde tutarak ele alacağız.
Bu derste tarih sahnesine görece yakın bir zamanda çıkmış olsa da bu kısa zaman içinde hem siyasi hem de kültürel olarak küresel düzeyde toplumların örgütlenmesinde tam bir hâkimiyet sağlamış olan millet kavramının ve milliyetçilik akımlarının tarihsel ve teorik arka planını ele alacağız.
Bu derste Afrika ve Asya’da İngiliz, Fransız ve Rus/Sovyet sömürge ortamında yazan yerel yazarların edebi ve kültürel üretimleri aracılığıyla nasıl bir sömürge karşıtı söylem geliştirdiklerine odaklanacağız. Bu doğrultuda sömürge altında yaşayan Afrikalı ve Asyalı yazarların kolonyal ve postkolonyal deneyimlerini nasıl metinleştirdiklerini ve edebiyat üzerinden nasıl sömürge karşıtı bir milliyetçilik talep ettiklerini öne çıkan yazarların temsili eserleri üzerinden tartışacağız.
Bu derste Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu, Rusya ve Almanya’daki devrimleri, Avrupa’da ulus ve azınlıklar sorununa çözüm arayışlarını ele aldıktan sonra yeni bir dünya özlemini, Sovyetler’deki yeni bir toplum ve yeni bir kültür inşasını ve nihayet devrimin doğuya kayışıyla doğu halklarının kurtuluşu fikrini tartışacağız.
Yeni bir dünya özlemi 20. yüzyıl başında edebiyat ve resimde de modernist kırılmayla kendini gösterir. Sanatçı artık tek ve mutlak doğru bir dış gerçekliğin varlığından ve daha önemlisi eserinde bunu temsil edebileceği iddiasından vazgeçmiş, gerçeklik bireyin öznel bakış açısı ve algısına, iç dünyası ve bilinçaltına hapsolmuştur. Bu derste, modernist kırılmanın ve değişen gerçeklik kavrayışının bireyi nasıl dönüştürdüğüne, toplumsal cinsiyet algısındaki değişimin etkilerine de değinerek Virginia Woolf’un Orlando romanı üzerinden ele alacağız.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda oluşan iyimser havanın dağılmasıyla başlayacağımız bu derste 1929 dünya ekonomik bunalımının yol açtığı işsizlik, enflasyon ve ekonomik çöküntüyü inceleyecek; İtalya ve Almanya’da faşizm ve Nazizm’in yükselişi, Sovyet Rusya’da Stalin iktidarının pekişmesi ve karanlık bulutların Avrupa ve dünya siyasetini hızla kaplamasının ardından yeni bir topyekun savaşın ortaya çıkışını ele alacağız.
Savaşların yıkımının şekillendirdiği 20. yüzyılın ilk yarısındaki kültürel üretim, artık büyüsü yitmiş bir dünyada dehşet-umut, iyimserlik-çaresizlik gibi çelişik ruh hallerinin sanatsal temsillerine ayrı bir önem verir. Bu derste ilkin Franz Kafka’nın zamanın ötesine seslenen endişe ve korkuyla dokunmuş, buna rağmen hayatı olumlamaktan hiç geri durmayan anlatısının izinde yürüyeceğiz. Yine, modernliğin yarattığı hayal kırıklığının kaydını tutan 1984, ve Fahrenheit 451 gibi distopik romanlar toplumsal ve tarihsel süreçleri araştırmakta kılavuzumuz olacak. Bu sayede 20. yüzyılın ruhunun hiç değilse belli bir yönünü edebiyat metinleri üzerinden anlamaya çalışacağız.