SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞİN İÇİNDEN TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİĞE: BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE
Dünyada var olan her şeyin, algı ve bakış açısıyla eşdeğer çoklukta olduğu fikri, Gerçekçiliğin (Realism) kendi içinde kırılmalar yaşamaya başladığı günlerde vurgulanmaya başlanmıştır. Önce gözle görülen ‘gerçek’in güvenirliği sorgulanmış, ardından ‘gerçek’ denilen şeyin, sürekli kendini yenileyen bir olgu olduğu kabul edilmiştir. Gerçeğin bu tayf misali şekillenen yapısı, pek çok alanda olduğu gibi edebiyatta da renklerini çeşitlendirme imkânı bulurken, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın ilk yarısında meydana gelen kimi gelişmeler (Sanayi Devrimi, dünya savaşları), etki alanları ve kapsayıcılıkları sebebiyle toplumsallığa yapılan vurguyu arttırmış, toplumun yapısı ve koşulları dâhilinde şekillenen bir gerçek tanımını dikkat çekici hâle getirmiştir. Tarihsel süreç ve toplumsal dinamikler, edebiyat alanında da tartışmaya açılmıştır.
Toplum ile gerçeğin iç içe geçtiği en önemli teorilerden biri Marksizm iken, bir diğeri de Bolşevik Devrimi sonrası ortaya çıkan sosyalist gerçekçilik olmuştur. “Critical Realism and Socialist Realism” adlı makalesinde bu iki anlayışı ele alan Georg Lukács, Marksizm’in birey vurgusunu ve toplumun tamamını kavrayacak bir bakış açısından yoksunluğunu, ideolojik olarak dayatılan sosyalist gerçekçiliğin ise olumlu/ideal insan ortaya koyma ve kimi değerlerle figürleri romantikleştirme eğilimini eleştirerek sosyalist ve eleştirel gerçekçiliğe dair fikirlerini ortaya koymuştur.
Geleceği kurmaya dayalı sosyalist gerçekçiliği, eleştirel gerçekçiliğin üstünde tutan Lukács, sosyalist gerçekçiliğin toplumsal çatışmaları içeriden bir bakışla analiz ettiğini; eleştirel gerçekliğin ise dışarıdan bir bakışla kişileri ve onların iç çatışmalarını çözümlediğini dile getirir (CRSR, 94). Lukács’a göre esas olan, toplumun içyapısını ve dinamiklerini kavramaktır. Zira ne insan, ne toplum, ne de gerçek, sabit bir noktada durmaz, aksine, sürekli etkileşim içinde olup devamlı bir değişim/dönüşüm geçirirler. Bu ilişkiler ve onları harekete geçiren toplumsal güçler üzerine düşünmek, tam da bu nedenle önemli bir hale gelir. Sosyalist gerçeklik bu değişkenlere odaklanır ve sosyal bir varlık olarak insanı hiç olmadığı kadar bütünlüklü, kapsayıcı ve derin bir şekilde ele alır (CRSR, 115).
Sosyalist gerçekçiliğin, Türkçe edebiyattaki adıyla toplumcu gerçekçiliğin, etkisiyle kaleme alınan romanlardan biri de Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde kitabıdır. Bu roman, kendi döneminin tarihsel koşulları ve toplumsal yapısını yansıtarak Lukács’ın sosyalist gerçekçiliğine uzanıyor gibi görünmekle birlikte, esas olarak ortaya koyduğu çözümsüzlükle -okuyucu olan bitene tanık olsa da, göz önüne serilen problem için bir çözümle karşılaşmaz- sosyalist gerçekçiliği temellük eder ve var olan sorunun teşhisi için onu dönüşüme uğratır.
Lukács, her yazarın kendi toplumu deneyimleme şekline dayanarak içeriden bir bakış üretebileceğinden bahseder. (CRSR, 94). Tesadüf değildir ki Demokrat Parti yıllarında yazılan kitap da Kemal’in kendi deneyimlerinden ve toplumsal konumundan izler taşır. Bereketli Toraklar Üzerinde, tarımda makineleşmenin ortaya çıkıp, mevsimlik göçlerin yaşandığı, köylünün çeşitli vergi ve kanunlarla (toprak mahsulleri vergisi, Milli Korunma Kanunu) fakirleştiği ve topraksızlaştırıldığı bir dönemde geçer. İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali’nin Çukurova’ya uzanan yolculukları ve orada yaşadıkları, hem işçi göçünü bir sorunsal olarak ortaya koyar, hem de köylüler için oldukça acımasızca gerçekleşen modern yaşama adım atma deneyimini, onların yaşadıkları vasıtasıyla gözler önüne serer.
Bereketli Topraklar Üzerinde bir tanışma romanıdır. Toplumu şekillendirmeye başlayan kapitalist düzen mekân üzerinden karakterleri çevreler, onlara ve okuyucuya bu düzenin yerleşmekte olan portresini çizer. Yusuf, Hasan ve Ali bulundukları konumda geçimlerini sağlamaya devam edemeyecekleri için yer değiştirirler ve roman boyunca tarla, fabrika ve yatacak yer arasında gidip gelirler. Bulundukları ‘bereketli topraklar’ kendi uğurunu adeta ironik bir biçimde bu işçilere yöneltir. Bol yağmurların toprağı beslediği, mal/mülk sahiplerinin verimini aldığı bu yer, işçilere ya hastalık (Hasan), kaza (Ali) getirir, ya da onlara saflıklarını kaybettirir (Yusuf). Toplumun en alt kesiminde yer alan bu karakterler neredeyse hayvanlarla aynı muameleye tabii olurlar; pislik içinde konaklar, cinsel ihtiyaçlarını ahırda giderirler.
Bu işçilerin yaşam şartları, Engels’in The Condition of the Working Class in England’ta tarif ettiği endüstri işçilerinin durumunu hatırlatır; en fakirler de, içlerindeki hırsızlar da, tecavüz kurbanları da iç içe, bir aldırışsızlık içinde yaşarlar. Fakat bu ‘aldırışsızlık’, umursamazlıktan ziyade, mecburiyetin dayattığı bir kanıksamadan kaynaklanır. İşçiler konumlarını korumak için ırgatlara para vermek, kadınlar da onları kim hayatta tutacaksa onunla birlikte olmak zorundadır. Dışarıdan utanç diye yaftalanabilecek bu gibi durumlar, içeriden bakış yoluyla oldukları gibi okuyucuya yansıtılır.
Bereketli Topraklar Üzerinde’nin karakterleri, üretim sürecinin kara deliksel yapısı karşısında sürekli yutulurlar. Ortaya koydukları emek gücü, kendilerini motive edecek bir karşılık bulamaz. Evleri de, hayatta kalmak için soludukları hava da yalnızca kendi bedenleridir ki, sahip oldukları tek varlıkları olan, emek gücünün mücessem hali bu bedenler üzerinde dahi hak sahibi olamazlar. Erkek karakterler ırgat ve ağaların, kadın karakterlerse erkeklerin kendi üzerlerinde hâkimiyet kurmasına izin verir. Söz dağarcıkları temel ihtiyaçlarla sınırlıdır. Onların dili kazanılan ekmeğin, bezginliğin üstünde kısa süreli bir perde olan cinsel arzunun dilidir. Bu dilin kendisi bile sürekli bir tekrara, kendilerini hayatta tutacak bir taklide dayanır. Kitabın en başında hemşerilerinin fabrikası hakkında sorguya çekildiklerinde, Ali, yalnızca birkaç sayfa önce Yusuf’un ağzından çıkan cevabı birebir tekrar eder: “ dil ile tarifi mümkünsüz” (BTÜ, 29). Kemal’in köylüleri Lukács’ın eleştirdiği ‘devrimci romantizm’ rüzgârından etkilenmezler. Bu görev kitapta ustalara verilmiş olsa da, ustalar da ırgat ve ağalar gibi aşırı uçlarda betimlenir. Kitabın sonunda jandarmaların ırgatları öldürüp başlarını bedenlerinden ayırmasını hayal eden küçük ağa (BTÜ, 372) nasıl aşırı bir karanlığa itilmişse, Beethoven dinleyen usta da fazlasıyla idealleştirilmiştir. İşçilerin pozisyonuna yöneltilen içeriden bakış burada karşılığını bulmaz.
Bereketli Topraklar Üzerinde’de tanık olunan çatışma, bir sınıf çatışmasından ziyade, süregelen bir toplumsal varoluş şekline (adaletsiz düzen) karşı tepki olarak biçimlenir. Bu topraklarda tüm olup biten mecburidir. Bereketli Topraklar Üzerinde’yi okurken güç dengelerinin şaşırtıcı bir şekilde değişmeyeceğini, örneğin Yusuf’un bir gün fabrika sahibi olup güç odağına dönüşmeyeceğini biliriz; onun için görüp görülebilecek en büyük zafer, şehirden fiilen mağlup olmamış olarak (hayatta kalarak), para kazanmış, aklındaki kazanca (gaz ocağına) ulaşmış bir usta olarak köyüne geri dönmektir.
Görüldüğü üzere, köyün belleğinde çözümsüzlük hâkimdir. Karakterler var kalma telaşında kişiliklerinden parçalar kaybeder, yitip giderler.
Lukács’a göre, sosyalist bakış açısının getirdiği gelecek tahayyülü, içeriden bakışı şart koşar. Eleştirel anlayışta şimdiyi anlamak geçmişi anlamak için bir anahtar konumundayken şimdiyle gelecek arasında benzer bir bağ kurulmaz. Sosyalist gerçekçilikse bu yok-bağı ortaya sererek şimdiyi geçmiş ve gelecek arasında bir köprü konumuna getirmekle kalmaz, aynı zamanda sosyal şartları ve oluşumları daha iyi alımlayabilmemizi sağlar. Tarihsel koşul ve toplumsal dinamikleri çok daha açık ve doğrudan görme, kavrama olanağı verir. Eleştirel anlayış bu anlamda, daha Marksist bir yerde durur. Benjamin’in de işaret ettiği gibi o, “köleleştirilmiş atalarımızın imgesiyle beslenir, torunlarımızın kurtarılması idealiyle değil”. Sosyal şartları ve var olan düzeni bize çeşitli tabakalardaki beliriş biçimleriyle sergileyen roman da bu noktada sosyalist tahayyülden uzaklaşır ve bir anlamda Marksist bir yaklaşım sergiler. Türkiye’de sosyalizmin bir yaşam biçimi olarak var olmaması ve konu edinilen romandaki hâkim deneyimin, kurulmak istenen yeni bir düzenden çok dışarıdan aktarılan yeni bir düzenin uygulanışına dayanması, sosyalist gerçekçiliğin kullanımını hedefe değil, bir çeşit sahiplenmeye dönüştürür.
Kaynakça:
Benjamin, Walter. Son Bakışta Aşk. Haz., Nurdan Gürbilek. İstanbul: Metis, 1993.
Engels, Friedrich. “Great Towns.” The Condition of the Working Class in England.
Kemal, Orhan. Bereketli Topraklar Üzerinde. İstanbul: Everest, 2005.
Lukács, Georg. “Critical Realism and Socialist Realism.” The Meaning of Contemporary Realism. Almancadan Çev., John ve Necke Mander. London: Merlin Press, 1963.
Özçelebi, Hüseyin. “Türk Edebiyatı’nda Toplumcu Gerçekçi Eleştiri Anlayışının Temelleri”.