Sorular
0:10 – Nâzım Hikmet deyince aklınıza ilk neler geliyor?
6:33 – Nâzım Hikmet ismini ilk kimden, ne zaman ve nasıl duydunuz?
11:52 – İlk okuduğunuz Nâzım Hikmet eseri neydi?
33:01 – Bu ilk şiirleri okuduğunuzda hangi duyguları hissettiniz?
38:24 – Nâzım Hikmet’in hayatına dair ilk öğrendiğiniz bilgiler nelerdi?
44:27 – Kendi şiirinizle Nâzım Hikmet şiiri arasında bir akrabalık ya da ilham ilişkisinden söz edebilir misiniz?
48:42 – Nâzım Hikmet’in hangi dönem şiirlerini kendinize daha yakın buluyorsunuz?
56:01 – Bir şiirinizde hiç Nâzım Hikmet’e gönderme yaptığınız oldu mu?
59:05 – Nâzım Hikmet şiiri ile kendi şiiriniz arasında sizce ne gibi farklar var?
1:00:34 – Nâzım Hikmet’in sizce en önemli eseri hangisidir?
1:02:02 – Nâzım Hikmet’i hayatınızın farklı dönemlerinde okuduğunuzda, farklı verimler aldığınız oldu mu?
1:04:17 – Nâzım Hikmet’in yazar kimliği sizi etkilemiş midir?
1:09:30 – Nâzım Hikmet sizce Türk şiirini nasıl etkilemiştir? Ne gibi yenilikler getirmiştir?
1:12:13 – Nâzım Hikmet yaşadığı dönemin ve sonraki dönemlerin şiirini ne kadar ve nasıl etkilemiştir?
1:16:01 – Sizce Nâzım Hikmet’in şiiri bugün hâlâ geçerli midir? Bugün hâlâ bir şairi etkisi altına alabilir mi?
Bir Alıntı
1962’de ikinci gidişimde İngiltere’ye, Noel tatili için Paris’e gittiğimde, Nâzım Hikmet’le karşılaştım. Bu tabii, büyük bir piyango. Hiç olmayacak bir şey. Beklenmedik bir şey. Yaşar Kemal’in sayesinde oldu biraz. Daha doğrusu Yaşar Kemal’e rağmen oldu. […]
Daha önce bir yıl BBC’de Türkçe bölümünde çalışmıştım. [Londra’dayken] Oraya uğradım, dediler ki Yaşar Kemal burada. […] Telefon ettim, “Ben buradayım ama Paris’e gidiyorum.” dedi. “E biz de Paris’e gidiyoruz” dedim. “O zaman”, dedi, “hangimiz önce gidiyorsa öbürünü karşılasın”. Biz daha önce gidiyormuşuz, “biz”, dedim, “seni karşılıyoruz”. Aldım tarihi ve geleceği sabah Gare du Nord’a gittim.
Bekliyorum. Bir karı-koca gidiyor. Bunlar Abidin Dino ile Güzin Dino olabilir ancak. Tanışmıyoruz ama haklarında o kadar çok şey dinlemiştim ki Türkiye’de. Biliyorsunuz Nâzım Hikmet bir efsane idi. Hapisten çıktı, kaçtı, Rusya’da, ama hakkında durmadan bir şeyler duyuyoruz, dinliyoruz. Memet Fuat’ın kitaplarını okumuştum daha kolejde öğrenciyken. Yeni kitabıyla ilgili ödev de yazmıştım. Onun üvey oğlu olduğunu da biliyorum Nâzım’ın ve o da bir takım hikâyeler anlatıyordu. Nâzım’la ilgili birçok hikâye vardı, Türkiye’de açıkça bilinmese bile kulaktan kulağa anlatılan şeyler vardı. Dinolar da öyle. Yani Abidin Bey’le de ilgili bir sürü hikâye var. Sonunda bunlar dedim herhalde Abidin’le Güzin’dir. Şimdi gidip merhaba desem, polis sanacaklar. Çünkü solcularda öyle bir şey var. Yani herkes birbirinden polis diye şüpheleniyor. Bekleyelim dedim, nasıl olsa Yaşar gelince tanıştırır bizi.
Gittim kafeye oturdum, garın kahvesine. Geldiler benim masama oturdular. O zaman dedim ki, “Yaşar’ı bekliyorsunuz değil mi?”. “Ben”, dedim, “Mina [Urgan] Hanım’ın asistanıyım”. Çünkü Mina’nın dostu olduklarını biliyorum. Başladık konuşmaya, birazdan Yaşar gelecek. Gittik karşıladık. İndiler Tilda’yla beraber, sarıldı Abidin Bey’e, “Baba, baba” diye ağladı falan. Tüm tiyatrosunu yaptı Yaşar. Güzin Hanım’ın eski model bir Citroën arabası vardı. Yaşar’a bir otelde yer tutmuşlar, onları oraya bırakmak üzere bindik arabaya, götürdük. Ben bizim otelin yerini söyledim Yaşar’a, ertesi gün buldu, geldi ve iki günde bir buluşup biraz dolaşıyoruz Paris’te. O Abidin Bey’le daha sık görüşüyor. Ben ilk defa tanışmışım, o kadar. Fazla cesaret edemiyorum [onlarla konuşmaya], yani edebiyatın aristokrasisi bunlar, ben külüstür bir asistanım daha.
Derken bir gün Rue de Buci diye bir sokakta Librairie du Globe diye bir kitapçı var. Sovyet kitapları satan bir kitapçı. Bir ilan: “Bu cuma günü ünlü Türk şairi Nâzım Hikmet, kitaplarını ve plaklarını imzalayacaktır.” diye. Tabii uçtuk havaya sevinçten ve gittik oraya. Paris Ma Rose diye Fransızca bir kitabını aldık, kuyruğa girdik. Kalabalık. Bütün Paris’teki Türkler orada. Ayrıca Türklerin dışında, Nâzım’ı tanıyan Fransızlar da orada. Bayağı bir kalabalık. Tabii Abidin Bey, Yaşar, herkes orada. Kuyruğa girdik. Önümüzde Bünyamin diye bir sosyoloji öğrencisi, merak ettiğimiz her şeyi sordu. Nâzım Hikmet de diyor ki, “Üstat çekinme, ne merak ediyorsan sor”. Her şeyi anlatıyor, işte, oyunlarının telif ücretlerinden, geçimini nasıl sağlıyor, nerelere seyahat ediyor, parti üyesi mi falan gibi böyle tehlikeli sorular soruyor. “Evet,” dedi, “elhamdülillah komünistim.” Çok hoş. Öğrenmek istediğimiz her şeyi, bizim sormamıza gerek kalmadan orada anlattı.
Sıra bize geldi. “Siz”, dedi, “ne yapıyorsunuz?”. “Ben” dedim, “doktoramı yazıyorum Cambridge’de, karım da Türkçe okutuyor”. “Aa”, dedi, “dilimiz ne güzel değil mi çocuklar, öğretin öğretin. Size iki çiçek yapayım.” İki çiçek resmi yaptı kitaba, imzaladı adımıza. Biz böyle uçarak çıktık oradan. Sonra Yaşar Kemal’e dedim ki, “Yahu ne alçak adamsın, niye haber vermiyorsun Nâzım Hikmet Paris’te diye! Sen her gün görüyorsun herhalde.” “Cevatçım”, dedi, “sana kıyar mıyım? Bütün polis peşimizde.” Ama tabii hiç önemli değil, tanıştık ya. Gördük, imza da aldık.
İşte yıl sonu, 31 Aralık. Yani o gece yılbaşı. 1962, 31 Aralık günü, öğleden sonra düşünüyoruz kara kara, ne yapalım bu yılbaşı gecesi burada tanıdığımız hiç kimse yok, tiyatroya mı gitsek sinemaya mı gitsek falan diye. Rue de la Chelette’te yürüyoruz böyle, baktık karşıdan Nâzım Hikmet geliyor. Tam yanımızdan geçerken karım Gönül, “Nâzım Bey!” dedi. “Aa” dedi, “çocuklar hâlâ burada mısınız?”. Şapkasını çıkardı selam verdi. Böyle uzun bir palto. Dedik, “Daha bir hafta buradayız, haftaya gideceğiz İngiltere’ye. Sizi de bekleriz, gelirseniz orada ağırlamak isteriz.” “Aa,” dedi, “çok isterim gelmek, ama asıl memlekette buluşsak.” “Çok özlediniz değil mi?” dedim. [Elini boğazına götürüp] “Hasret buraya kadar.” dedi ve vedalaştık. Abidin Bey’in Notre Dame’ın karşısında bir stüdyosu vardı, oradan geliyordu herhalde, oteline gidiyordu. Son görüşmemiz o oldu.