ARİF DİRLİK ANMA TOPLANTISI

Dünyanın önde gelen Çin tarihçilerinden, geçtiğimiz Aralık ayında kaybettiğimiz Arif Dirlik, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin ortak düzenlediği bir etkinlikle anıldı. 8 Şubat 2018’de Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen anma toplantısında Selçuk Esenbel, Halim Kara, Çağlar Keyder, Zafer Toprak ve Nadir Özbek söz alarak Arif Dirlik’i ve mirasını anlattı.

Robert Koleji Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1964’te Rochester Üniversitesi’ne fizik okumaya giden, fakat daha sonra tarihçi olmaya karar vererek Çin tarihi üzerine yoğunlaşan Dirlik’in bıraktığı akademik miras, Nadir Özbek’in moderatörlüğünü üstlendiği panelde, Zafer Toprak, Selçuk Esenbel, Çağlar Keyder ve Halim Kara’nın yaptığı konuşmalarla yeniden hatırlandı.

Atatürk Enstitüsü öğretim görevlilerinden Nadir Özbek, açılış konuşmasında Dirlik’in Boğaziçi’nden ABD’ye gidişi ile Duke ve Oregon üniversitelerinde 30 yılı aşkın bir süre boyunca verdiği derslere değinerek tarihçinin 80’li yıllarda Çin tarihi ve anarşizmi üzerine yoğunlaşmasından, 90’larda ise küreselleşme, postkolonyalizm ve postmodernizm gibi konularda yüzden fazla makaleye imza atmasından söz açtı. Dirlik’in Türkçede 2000 sonrası yayımlanan çok sayıda makalesi ve dört kitabıyla (Postkolonyal Aura, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi; Kriz, Kimlik ve Siyaset, İletişim Yayınları; Küreselleşmenin Sonu mu?, Ayrıntı Yayınları; Global Modernite ve Sosyalizm, Salyangoz Yayınları) tanınır ve takip edilir bir isim hâline geldiğinin altını çizdi. Tarihçinin eşi Roxanne Prezniak’ın gönderdiği bir mektubun okunmasının ardından sözü yine Atatürk Enstitüsü’nden Zafer Toprak aldı.

Tarih ve tarihyazımı alanlarıyla uğraşanların 2017 yılı sonunda iki önemli şahsiyeti, Arif Dirlik’i ve Georg G. Iggers’ı kaybettiğini hatırlatarak söze başlayan Toprak, Dirlik’in çalışma alanları üzerine odaklandığı konuşmasında, öncelikle tarihçinin Türkçeye kazandırılan çevirilerinin asıl araştırma alanı olan Çin literatürünü yansıtmadığını belirtti. Dirlik’in ülkemizde de çevrilen modernite, küreselleşme gibi konular üzerine yazdığı metinler, Nadir Özbek’in de belirttiği gibi tarihçinin 90’lardan itibaren, Doğu’da Sovyet sisteminin çöküşüyle birlikte ele aldığı konulardı. Toprak’ın üzerinde durduğu bir diğer konu ise, zaman içinde ilgi alanları tarihten sosyolojiye kayan Dirlik’in yıllar içinde Türkiye’ye olan empatisini yitirerek Robert Kolej’deyken kendisini tanımlayan siyasi kimliğinden uzaklaşmasıydı.

Bu kimliğe paralel olarak Dirlik’in Türkçede editörlüğünü üstlendiği ilk yayın, Robert Kolej’deki eğitimi sırasında dernek başkanı olduğu R.K.M.M.T.C.K.O.K (Robert Kolej Mühendislik Mektebi Talebe Cemiyeti Kültürel Organizasyon Komisyonu) bünyesinde, 1962-1963 yılları arasında gerçekleştirilen, bir dizi konferansın yer aldığı Çeşitli Cepheleriyle Atatürk adını taşıyan kitaptı. Toprak 27 Mayıs sonrasında düzenlenen bu konferansların organizasyon komitesinde yer alan Sina Akşin, Metin Kunt ve Hamit Fişek gibi isimlere değindi. Bu önemli isimlerin birçoğunun yurtdışına gitseler de, 1964’te ülkeden ayrılan Arif Dirlik’in aksine geri döndüklerinin altını çizdi. Bilim insanlarının yurtdışına yerleşme pratiğini sorgulamak gerektiğini söyleyen Toprak, Iggers’in Almanya doğumlu olup göç etmesine rağmen ülkesi üzerine yazmaktan vazgeçmemesini örnek vererek Arif Dirlik’in durumunu sosyal psikolojinin önemli isimlerinden olan ve göç ettikten sonra kendini Türkiye’ye kapattığını söylediği Muzaffer Şerif’inkine benzetti.

Konuşmasının sonunda Dirlik’in postkolonyalizm alanındaki çalışmalarına yeniden değinen Toprak, tarihçinin Hindistan’da yeşeren maduniyet çalışmalarının (subaltern studies) kökenlerini Avrupa’da bulmasından söz açtı. Postmoderniteye geçildikten sonra aşırı kültüralizmin getirdiği darboğazlar üzerine önemli çalışmalar yapan Dirlik’in, Toprak’a göre literatüre bir diğer önemli katkısı da ‘68 olaylarının üçüncü dünya ülkeleri açısından önemini vurgulamasıydı. Postkolonyalizmin geçirdiği kriz sonrası ortaya çıkan bu durum, sosyalizm için kırılma, sosyalist düşüncede de bir çöküş başlatmıştı. Bunu kapitalizmin geçirdiği dönüşüme bağlayan Dirlik, eskiden olduğu gibi kurumsal muhalefetin olmadığını vurgularken, daha çok sosyal medya bağlamında, bilhassa da sosyal tabandan gelen bir muhalefetin oluştuğunu ve bu muhalefetin ikinci dünya, üçüncü dünya ayrımı olmaksızın çok daha entegre biçimde ortaya çıktığını ortaya koymuştu. Toprak’a göre bu düşünce biçimi Dirlik’in küreselleşme literatürüne katkıda bulunuyor olmasının da ana sebebini imliyordu.

Japon tarihi ve kültürü hakkında çalışmalar yürüten en önemli araştırmacılardan Selçuk Esenbel ise bu panelin Arif Dirlik’i anmak kadar belli bir dönemin tarihyazımsal gelişmelerini de takip edebileceğimiz bir etkinlik olduğunun altını çizerek sözü devraldı. Esenbel, Dirlik’in bu konuda örnek gösterilebilecek tek makalesinin Kemalizm ve Sun Yat-sen arasında ilişki kurduğu bir çalışma olduğunu not düşerken tarihçinin Türkiye’yle bağlarını koparmasını bir jenerasyon etkisi olarak yorumladı. Gitmenin yarattığı travmanın duygusal bir duvar oluşturabileceğini söyleyen Esenbel, buna rağmen Kemalist devrim ve onun 20. yüzyıl modernitesi içindeki yerinin Dirlik’in Çin tarihi çalışmalarına bir alt tema olarak sızdığına inandığını belirtti.

Dirlik’in daha sonra kitaplaştırılan doktora tezinden bahseden Esenbel, Amerikan düşüncesinde bu çalışmanın rağbet görme nedenleri üzerine durdu. ‘68 sonrası bile Marksizme yaklaşımı Soğuk Savaş bakışından etkilenen ABD’de, Çin tarihi ve Maoizm üzerine olan çalışmalarını yayımlatmakta zorlanan Dirlik, Çin Marksizmini dönemin Soğuk Savaş retoriğinden çıkarabilmek için bir yöntem olarak Kemalizm’e başvurmuştu. Dirlik’in değişik yerlerde kendini gösteren Türkiye hassasiyetinin bir örneği de Esenbel’e göre öğrencisi Rebecca Karr’ın daha sonra Staging the World: Chinese Nationalism at the Turn of the Twentieth Century adıyla kitaplaşan tez çalışmasıydı. Tezdeki 1911’deki Çin devrimi söylemini 1908 karşılaştırmalarıyla ele alma fikri açık şekilde Arif Dirlik etkisini yansıtmaktaydı. Zira, 1909-1910’da yeraltı örgütü olarak ortaya çıkan Çin milliyetçileri II. Meşrutiyeti okuduktan sonra “Gün bizim günümüz” diyerek projelerine hız kazandırmışlardı. Eksileri artılarıyla Cumhuriyetin getirdiği dünya görüşü, Türkiye’deki değişim ve dönüşümler Dirlik’in danışmanlığını yürüttüğü başka tezlerde de kendini bir alt metin olarak ortaya koymaktaydı.

Dirlik’le olan tanışıklığına da değinen Esenbel, tarihçinin kendisine tarihyazımı derslerinde kullanması için yayınlanmadan önce dahi makalelerini yolladığından ve ne zaman bir sorusu olsa onu asla geri çevirmediğinden söz etti. Dirlik’le kişisel konuşmalarında tarihçinin Edward Said’e de eleştiri getirdiğini söyleyen Esenbel, tarihçinin Said’in yalnızca kültürel bakış açısına odaklanarak düşünceler tarihi çerçevesinde şekillenen yaklaşımının siyasal ve ekonomik değişimlere sırt çevirmesini kabul edemediğini sözlerine ekledi. Konuşmasını kısa bir anekdotla noktalayan Esenbel, 90’lı yıllarda Duke Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünden Edward Tiryakian ile olan karşılaşmalarında Tiryakian’ın kendisine son derece ürkek bir şekilde davranmasına anlam veremediğini ama sonradan bunun Duke’ta asabi mizacıyla ünlü Arif Dirlik’ten kaynaklandığını öğrendiğini söyleyerek Dirlik’in de yakın arkadaşı olan Tiryakian’ın “bu Türk de bizi azarlayacak mı?” esprisini anlattı. Yıllar içinde pek çok makalesinin taslağını yorumlarını almak için gönderdiği Dirlik, Esenbel’in ifadesiyle Amerika’daki modern Çin çalışmalarında ufuk açarak konuyu Soğuk Savaş paradigmasından çıkaran isim olmuştu.

Atatürk Ensitütüsü’nden Çağlar Keyder ise Esenbel’in savunduğu Türkiye alt metnini Dirlik’in 1977’de yayımlanan kitabı Revolution and History: Origins of Marxist Historiography in China, 1919-1937 üzerinden değerlendirdi. Marksizmi yeni keşfeden Çin tarihçilerini anlatan kitap, Çin tarihini nasıl yorumlayalım, bundan devrimi nasıl çıkaralım sorularını sorarken Keyder’e göre 1970’lerde Türkiye’de de benzeri soruların tartışılmasından da beslenmişti. Çin tarihi çalışmalarındaki üretim tarzı tartışması ve Çin’in niçin kendi başına kapitalizmi gerçekleştiremediği meselesi, Türkiye’deki üretim tarzı tartışmaları ve ekonomik meselelerle de paraleldi. Kolonize olmayan ama Avrupa devletlerinin gölgesine giren iki devlet modeline karşılaştırmalı olarak bakabileceğimizi söyleyen Keyder, Asya Tipi Üretim Tarzı’ndan (ATÜT) söz ederek bu üretim tarzına yönelik tartışmaların yine Türkiye özelinde de görüldüğünü belirtti. Kitabında bu üretim tarzına da yoğunlaşan Dirlik, ATÜT’ün sınıf çatışmasını çözümlemek için ortaya çıkan ve hakim sınıfı temsil eden bir devlet modelinin sunulduğu klasik Marksist anlayışı sarstığını ifade eder. Devletin bir hakim sınıf olmaksızın kendiliğinden bir sınıf gibi ortaya çıktığı ATÜT, Marksist anlayışı sekteye uğratır. Dirlik’e göreyse bu durum Marx’ın Grundrisse’de tartıştığı üzere, bir alternatif olarak kapitalizm öncesi toplumların üretim tarzını tek düze ve ilkel olmaktan çıkarır. Tüm sorunlarına rağmen ATÜT, Avrupa’daki gelişmeden farklı bir tarihsel çizgiyi anlatmak için kullanılır. Yine Keyder’e göre Dirlik’in bu argümanları Türkiye’deki tartışmalara paraleldir. Bu sebeple, Dirlik’in çalışmasını aklının bir köşesinde Türkiye’de olup bitenleri düşünerek tamamladığını söylemek mümkündür.

Keyder de konuşmasının son bölümünde Dirlik’in postkolonyalizm üzerine olan düşüncelerine ve kültüralizm eleştirisine değinerek sözlerini onun dünyada olup biten değişimleri nasıl ele aldığını açıklayarak noktaladı. Dirlik’e göre, dünya değişmiş, ulus devletler artık yok ve kapitalizm her yerde, her şeyi kullanıp sınırlara rağbet etmiyorken kültüralist yaklaşımın ulus, ırk, toplumsal cinsiyet gibi olayları tartışıp bunlar içinde direnmeyi ortaya çıkarmaları temelsiz bir hareket hâline gelmektedir. Bu yaklaşım, kapitalizmin nasıl işlediğini gündeme getirmekten ziyade yalnızca belli noktaları ayırıp varyasyonlar yapar. Halbuki, dünyanın temelleri değişirken bu değişim maddi temel de baz alarak anlatılmalıdır. Ekonomi-politik ve sınıf analizinin yapılmaması problem olarak karşımıza çıkar. Tartışılması gereken bir diğer husus ise kapitalizmin her yere girmesinin yeni bir modernite anlamına gelip gelmediği üzerinedir. Dirlik, çok farklı direnmelere ihtiyaç olduğunu vurgularken çeşitli şekillerde ortaya çıkan moderniteyi de küresel modernite olarak görmek gerektiğini söyler. Bu küresel modernitenin nereden çıktığı ve hangi maddi koşullar içinde hareket ettiğini, ve ne tür bir direnişle karşılanması gerektiğinin konuşulmasının şart olduğunu ekler.

Sözü Keyder’in açıkladığı kürselleşme eksenli argümanlar üzerinden devralan Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Halim Kara, konuşmasına Arif Dirlik’le tanışmasının doktora sırasında aldığı bir seminer dersi için okuduğu “Postkolonyal Aura” makalesiyle olduğunu söyleyerek başladı. Ardından, Dirlik’in postkolonyal aydınların durumunu sorguladığı makalenin kendisi için olan önemine değindi. Kara, postkolonyalizmi 90’larda edebiyattaki en rağbet gören yaklaşım olarak tanımlarken kavramın melezlik ve aradalık ile ilşkisini konuşarak geçmişteki devrimci anlayışı nasıl yok ettiğini anlattı. Postkolonyal aydınların dilinin yapısal değil, söylemsel olduğunu vurgulayan Dirlik’e göre postkolonyalizm, herhangi bir şeyin tarifi olmaktan ziyade postkolonyal aydınların kendi imgelerinde kurmak istedikleri bir söylemden ibaretti. Bu nedenle üçüncü dünya ülkelerini temsil etmesi de imkânsızdı. Kara, bu bakış açısının kendi çalışmalarına olan etkisinden söz açarak Dirlik’in birinci dünyada yazan postkolonyal aydınların Amerikalı ve Avrupalı güçlerle olan çelişkili ve muğlak ilişkisini irdelerken kendisinin de bu modeli örnek alarak, Sovyetlerde yaşayan Türki halkların aydınlarının devletle nasıl bir etkileşime girdiğine odaklandığını anlattı. 1917-1937 arasında, özellikle Özbekistan’da yaşayan aydınların Sovyet devrimiyle nasıl bir ilişkiye girdiğini Modern Özbek edebiyatının kurucularından Abdülhamid Süleymanoğlu Çolpan, Abdurauf Fıtrat ve Abdullah Kâdirî üzerinden araştıran Kara, tıpkı Tanzimat’taki gibi yerel modernleşme ve reformla birlikte toplumu dönüştürmek görevini üstlenen bu aydınların Sovyet sistemiyle müzakereye girerek toplumun dönüşümünde aldıkları rolün altını çizdi. Bu aydınların memnuniyetten eleştiri eksenine kayan yaklaşımlarına odaklanarak yerel halkın nasıl aldatıldığını verdiği örnekler üzerinden gösterdi.

Son olarak sözü alan Nadir Özbek, Dirlik’in düşünce ve yazılarının merkeziyetçi siyasal söylemlere karşı yerel ve politik olanın önemine vurgu yapmasına ve küresel kapitalizme yerel alternatifler üretmesine değinerek Arif Dirlik’in mirası kadar 70’lerden 90’lara değişen dünyanın da izini süren paneli noktaladı.